Bodrum Kahvaltılarında Bu Sabah: Toprak Ana’da Köy Kahvaltısı

Bodrum Rehberi
Gökçe Devecioğlu
Bodrumluculuk

Güneşli bir Bodrum sabahı, artık nasıl aç uyanmışsak, gözümüzü açtığımız anda Foursquare’e saldırıyor ve doğru köy kahvaltısını aramaya başlıyoruz. Hakkında tek bir olumsuz yorum bile olmayan Toprak Ana‘yla karşılaşınca, Gündoğan‘ı da çok özlemiş olmamın verdiği gazla yollara düşüyoruz.

Toprak Ana, Gündoğan sahilden bir miktar yukarıda; Gündoğan pazarına ve Migros’a yaklaşık 5 dakika mesafede. Vardığımızda açık mı diye tereddüt ediyoruz. Bahçedeki tatlış teyzeye “doğru mu geldik?”, “kışın kapalı mı?” diye sormamıza kalmadan bizi kocaman bir günaydınla bahçeye davet ediyor. Meğer Toprak Ana’nın açığı-kapalısı yokmuş. Gelen herkes misafirleriymiş. Misafir gelirse, kahvaltılarına onları da ortak ederlermiş.

Ben köye inmiş şehirli olarak fotoğraflarını çekmek üzere köşe bucak tavuk-horoz kovalarken, Nazmiye Hanım bize önce masamızı, sonra kahvaltımızı hazırlıyor. Kış sezonunda yazın masaların kurulduğu, mandalina ağaçlarının gölgesinde kahvaltı yapılan bölüm kapalı. Geçen yaz burada sabah 10-öğlen 1 arası akordeonlu vokalli canlı müzik bile varmış. Sabah menümüz köy kahvaltısı; öğle yemeği menüsünde ise çiğ börek, mantı, gözleme ve ev yemekleri var.

köy günaydını 😋

Gokce Devecioglu (@gukte) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()

Toprak Ana’nın Hikayesi

Toprak Ana‘nın olduğu yer Bülent Bey ve Nazmiye Hanım‘ın hünerli ellerine geçtiğinde hurdacıymış. Her şeyi sıfırdan yapmışlar. Masaları, sandalyeleri nasıl yaptıklarını anlatıyorlar. Başta kafalarındaki şey ‘kendin pişir kendin ye’ açmakmış. Personel, ekip gibi profesyonel mevzulara yetişememişler, keyif alamamışlar. Şimdi her şeyi kendileri yapıyorlar, böylesini seviyorlar. Çok samimi bir şekilde “büyümek istemiyoruz” diyorlar. Malum, Bodrum’da köy kahvaltısı denince popülerliği ‘rezervasyonsuz gidilmez’ kıvamına gelmiş bir Havva Ana fenomeni var. Havva Ana’ya henüz gitme şansım olmadı ama, o mertebeye ulaşmış yerler bana samimiyetsiz geliyor galiba.

Köy yumurtası, gerçek köy peyniri, taze yeşil zeytin, tamamı ev yapımı bin çeşit reçel, gözleme-börekgillerle donatılmış köy kahvaltımızın benim için yıldızı “yakalayın yeşil ışığı” kıvamında yemyeşil parlayan Acı Biber Reçeli. Böylece İstanbul’da 30 yıl ağzına reçel koymamış, Bodrum‘a taşındığından beri mandalina reçellerinde kendini kaybeden hanım kızımızın bir seviye daha atlamış oluyor! 🏆 (“Bodrum’da Nasıl Obez Oldum” başlıklı yazımız çok yakında burada 😝)

Nazmiye Hanım‘ın biberli, domatesli, sarımsaklı sosları çok meşhurmuş. Acı Biber Reçeli de ilhamını et üzerine konan Meksika soslarından almış. Bir de efsane pişimiz var. Aslında kendisi pişi değil, Nazmiye Hanım “sodalı çörek” diyor, Bülent Bey “keçi ayağı denir” diye anlatıyor. “Ama yerli turistimiz ‘pişi’ olarak soruyor.” 😇 Kahvaltıdan kahvelere geçtiğimizde muhabbetimiz de ilerlemiş oluyor ve konuyu hemen ne zamandır Bodrum’da yaşadıklarına getiriyorum…

Bir Başka İstanbul’dan Bodrum’a Taşınma Hikayesi

Bülent Bey ve eşi Nazmiye Hanım aslen Mudanyalılar, ama hep İstanbul’da yaşamışlar. Bülent Bey emekli olunca bir arkadaşının versilesiyle dönemin en büyük Bodrum oteli Afrodit‘e satın alma müdürü olarak gelmiş. Uzun süre Bodrum‘da yaşadıktan sonra çocuklar için İstanbul’a dönmek zorunda kalmış. Onlar büyüyüp yuvadan uçunca bu sefer nihai olarak Bodrum’a dönmüşler.

Oğulları bilgisayar mühendisi. O da kariyer peşinde koşarken İstanbul’dan yorulanlardan. Birkaç sene önce her şeyi bırakıp Bodrum’a taşınmaya karar vermişler. Ama torunun Bodrum’da başladığı okulda dersler istanbul’daki çılgın sisteme göre geri olunca uyum problemleri boy göstermiş ve İstanbul’a geri dönmek zorunda kalmışlar.

Bir de kızları var. “Kızımız ve torunlar Fenerbahçe‘de yaşıyorlar” diyor. Bakınız yine kan kanı çekiyor! Nitekim Nazmiye Hanım da Altıyol‘daki ilk gelinlikçi dükkanlarından birini açan bir Kadıköylü. 😊

Suadiyeli durur mu, hemen yapıştırmış soruyu: “Peki İstanbul?” 😱 Arıyorlar mı, özlüyorlar mı, bunca yıldan ve Toprak Ana diye bir hayat kurduktan sonra hissiyat nasıl oluyor? Onlar da hemen geçenlerde oy kullanmak için İstanbul’a gitme hikayelerini patlatıyorlar. Gitmişken çocukları, torunları görürüz demişler; hepsinin takvimine yetişebilmek için de 20 gün kalmaya karar vermişler. Dayanamamışlar, hemen dönmüşler 🙂 “Sırf torun ziyaretine gitmek 3 saat yol demek” diyorlar. Gündoğan’daki köy hayatlarında mutlular.

Peki Gündoğan?

Bülent Bey, söze bir Bodrum klasiği olan “Burada 15 sene önce sokaklarda inekler gezerdi” cümlesiyle giriyor. Gündoğan‘ın 2015 itibarıyla geldiği durum ise, Türkbükü sosyetesinin oralara sığamayıp buralara taşmaya başlaması şeklinde. Haliyle fiyatlar da uçuşa geçmiş vaziyette… Bodrum’un çoğu yerinde olduğu gibi Gündoğan’da da sahil tarafı kışın askıda; köyün içi ise hareketli. Bir ara masamıza katılan emlakçı teyzenin dediğine göre (Bodrum’da herkes emlakçı, kesin bilgi!) koya rağbetin sinsice artmasına rağmen, Gündoğan’ın kışı hala bizim gibi İstanbul’dan gelen gençlere göre değil. Üstelik kiralar da 2-3 sene öncesine göre 2’ye-3’e katlanmış durumda.

Bülent Bey’in muhabbetine öyle bir doyamıyoruz ki, Gündoğan‘dan kış halini gezmeye fırsatımız kalmadan ayrılmak zorunda kalıyoruz. O da başka bir yazının konusu olsun. Tavukla horozla vedalaşıyorum, birer kavanoz mandalina ve acı biber reçeli alarak huzurlarınızdan kaçıyorum…

Gökçe Devecioğlu
Galatasaray Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Reklam yazarı. 7 yıldır Bodrum'da yaşıyor, Bodrum hakkında yazıyor. Müziğe, güneşe, kitaplara ve değişime inanıyor. Kahkaha desibeli yüksek insanları seviyor. Hayatı film sanıyor.